Faaliyet Adı: Güzeller Dağı Kuzeydoğu Kulvarı ve Sırtı (3461 m.)
Ekip: Alper Gün Özturna , Salih Emrah Bayrak , Serdar Kural
Yazan: Alper Gün Özturna
Tarih: 09.12.2006
Bölge: Güney Aladağlar Hazırlık
Uyandığımda yanımda yoktu… Yaklaşık olarak 1 saat önce uyandırmaya çalışmıştı ama gözlerimi bile açmamıştım! Vedalaşmamız gerekiyordu çünkü… ve ben hiç de haz almıyordum vedalaşmalardan her normal insan gibi… Hele ki bir daha asla görüşmeyeceğimizi biliyorsam asla!.. Hazırlandı ve son bir öpücük vererek odadan çıktı… Kalktım, giyindim ve yanıma almam gereken ve gerekmeyen malzemeleri düşünerek yola çıktım… Günlerden perşembeydi ve biz -Serdar Kural, Emrah Bayrak ve Alper Gün Özturna- 8 Aralık 2006 Cuma günü akşamı saat 9’da Yavuz abinin otobüslerinden kimbilir hangi biriyle Niğde’ye yola çıkacaktık. Hepimizin gönlü koca bir haftayı Aladağlar’da geçirmekteydi… ne de olsa ucunda, koca İstanbul’da yaşayan en şanslı 3 kişi olmak vardı. Fakat 3 gün sonra -halledilmesi gereken bir problemden dolayı, belki de aynı otobüsle- İstanbul’un mis gibi (!) havası kucakladı bizi, kargaların kendi pisliklerini eşelediği bir saatte…
2003’ten beri YTÜDAK’daydım ve ailenin bu kadar süre içinde olup da zirve yapamayan belki de tek üyesiydim. Umursadığımı söyleyemem, hatta çoğu zaman eğlence malzemesi olarak bile kullanıyorduk -her zirve faaliyetine gidişimde ulaşamamamı. “Bu sefer bir olacak galiba! Garip bi’ his var içimde.” diye düşünürken her zirve faaliyeti hazırlığında aynı şeyin kafamdan geçtiği geldi aklıma. Güldüm kendime… “Zirve”… Hiçbir zaman amaç olarak görmemiştim ki… 20 Mayıs 2006’da Emler’in 3500 küsürlerinde Emrah’ın dönüşünü beklerken ve sonrasında bile -doğal olarak- tek düşüncem partnerlerimden birinin yaşamı olmuştu. “Belki…”ler “Umarım!”lara karışa karışa hazırlandım ve akşam 8 buçukta Harem’de buluştuk… Çekilen bir iki fotoğrafın ardından otobüse bindik ve dopdolu geçen 3 senedir her eğitim faaliyetine en azından 1 eksikle katıldığımız 3 kişilik grubumuzun ilk “özel” faaliyeti başlamış oldu…”Yolcunun adı-soyadı” bölümünde “Dağcı” yazan otobüs biletlerimizle.
Yolculuk
– Moruk, sayfa kaçtı ?
– 22 ve 116
– Eyvallah…
Elden ele dolaşmaktan sayfa numaralarının bile bilinmesine gerek kalmayan, Tunç FINDIK’ın “Aladağlar’da 50 Rota” kitabını açıp, kimbilir kaçıncı kez Güzeller Kuzeydoğu ve Küçükcebel Güneydoğu kulvarı tanımlarını hatmede hatmede Niğde’ye doğru -nedense bir uykuya dalıp bir uyanarak- yaklaşıyorduk… Çoktan bildiğimiz bilgileri de tekrar tekrar okuyorduk…
– Güzeller’in zorluğu neymiş ya ?
– PD diyor burda… Pek Daşaklı Deil. (Sonradan öğrendim ki o “Pek az Daşaklı”ymış)
– Hehehe… Aykut ne yapıyor acaba ? Küçükcebel neymiş ?
– PD eksi diyor…
– İyiymiş.
– Ya Sercan arka arkaya yapamayabilirsiniz haberiniz olsun dedi
– Dur bakalım hele bir varalım da…
Niğde’ye varıp son hazırlıkları da yaptıktan sonra -ki buna tabii ki sıcak bir çorba da dahil olmak üzere- Çamardı minibüsünde yerlerimizi aldık… Bademdere’ye varana dek “garip” bir hızla yol aldıktan sonra sorunun ne olduğu ortaya çıktı. Minibüs 3. vitese geçemiyordu ve onca yolu 2. vitesle gitmek şoför ve muavininden çok bizim canımızı sıkmaya başlamıştı çünkü Salim abi bizi Çukurbağ sapağında bekliyordu ve bu soğukta onu bekletmek asla sahip olmadığımız bir lükstü… Bademdere’ye vardığımızda minibüsün durup kalkmamak için direndiği her dakika daha da moral bozucu geçmeye başlamıştı ki çalmaya başlayan telefonum, beni bir sonraki yarım saat bambaşka bir noktaya taşımıştı…
– Efendim ?
– Alper ? (Ses bir yerlerden tanıdık ama…)
– Evet benim.
– Ben amcan oğlum… (amca derken? Haa… yuh bana)
– Amca n’aber ya?
– İyiyim…
…
Konuşmanın bitmesiyle birlikte aslında aile ilişkileri bazında benim daha 2. vitese bile geçemediğim anlaşılıyordu. Sağsalim Salim abinin yanına vardık ve getirdiği elmaları mideye indirdikten sonra bizi bıraktığı ormanın sonunda vedalaşarak Güzeller Kuzey Çanağı’nda kurmayı planladığımız kampımıza doğru yola çıktık. Saçma sapan bir yolculuk ve bir ve birkaç gece önceki yetersiz uyku saatlerimizden midir bilinmez Sulağankeler kampını biraz daha geçip yaklaşık 2500 metre yüksekte bulunan bir noktaya kampımızı kurduk.
Tırmanış
Birbirimize tatlı tatlı laf soka soka bitirilen ve Serdar’ın hazırladığı her zamanki gibi mükemmele yakın bir yemeğin ardından saatlerimizi 2küsür’e kurup tulumlarımıza girdik fakat -ne yazık ki- zaman bize (yine) ihanet ederek çabucak geçiverdi. Uyandığımızı zannettiğimiz an o kadar anlamsızdı ki atıştırma niyetine başladığımız beslenme girişimi, adını hızla kahvaltıya çeviriyordu. Saat 4e doğru zar zor çıktığımız çadırımızı arkamızda bırakarak, biraz daha kasıp da kampı atmayı dilediğimiz çanağa doğru yürüyüşe başladık. Bazen dimdik, çoğu zamanda bata çıka ilerlediğimiz coğrafyayla -kendi adıma- ilk defa karşılaşma hissi o kadar güçlüydü ki çanağa vardığımızda koskoca güney bölgesinde bulunan 3 beden olarak mola esnasında aynı matın üzerine -nedense- sıkışmak ayrı bir ironi taşıyordu. Salim abi Tunç Fındık’ın kuzeyde olduğunu ve ertesi gün döneceğini söylemişti. Selamımızı yollamıştık… Bu da demekti ki büyük ihtimalle Güney Toroslar’ın tek misafir çadır grubu, zirveye vardığımızda biz olacaktık… Biraz daha oyalanıp çanta değişimini yaptıktan sonra kesinlikle gerçek eğimi anlaşılamayan kulvarda sakin gibi görünen bir ivedilikle ilerlemeye başladık… Tunç’un balkon olarak belirttiği bele çıktığımızda son cümlede belirttiğim öngörülemez eğim, hayatlarımızın aslında ne kadar kısa sürelerde değişebileceğini gösterircesine ardımızdan kayıp gidiyordu… Kulvarı çıkmış, bele ulaşmıştık…
– Abi saat 8 buçuk olmuş ya
– E iki dakika oturup dinlenelim bari
– Tunç ne diyordu?
– Şurdaki setlere tırmanın diyor…
– Sağdan mı soldan mı?
İşte bu sorunun cevabını yaklaşık 3 saat sonra öğrenmek o kadar moral bozucuydu ki… Sol tarafı beğenmeyip sağ taraftan çıkmaya çalışmak, yetmezmiş gibi bir de iyi gidiyoruz gazıyla iyice yükselip “Abi burası olmayacak galiba!” diyip açılan ipten indikten sonra saçma sapan bir babaya bırakılan kulüp perlonunun (Serdar nerede perlon abi? Almadın hala 🙂 ) eksikliğine bile aldırmadan başladığımız yere geri dönmenin verdiği hazzı (!) başka hiçbir sporda yaşayamayacağımıza eminim. Sol taraftan sakin bir tempoyla çıktıktan sonra biraz daha solda bulunan kayalık sete ilerleyerek Tunç’un tabiriyle “Güzeller yönüne yükselen kayalık setlere” kazma krampon tırmanmaya devam ediyoruz ve karşımıza çoğunlukla karlarla kaplı Güzeller Dağı’nın tırmanılması inanılmaz kolay görünen sırtı çıkıyor.
ZİRVE
(Sabaha karşı saat 3 suları)
– Abi çanta işini nasıl yapalım?
– 2 çanta alalım derim.
– Bana uyar.
– Bana da. Dönüşümlü taşırız…
(Öğle saatleri)
Emrah – Alper ! Alper ! Soldaki mağaranın karşısında kal! Sağa geç! SAĞA!
Alper – …
Emrah – Alper !!!!
Çantalar Emrah’ta ve Serdar’daydı. O kadar hafif hissediyordum ki kendimi… Evet işte mağara soldaydı… Sağdan gitmek mi? Oysa soldan ne kadar da kolay yükselebilirdim. Sanki pençelerini sorgulamaya gerek duymayan bir hayvan gibi koşar adım çıkıyordum. Sağ elimdeki kazmayı bir yerlere saplayıp sol elimle destek ala ala yükseliyordum… Bu kadar kolay olmamalıydı ama….
Emrah – ALPER !!!!!
Döndüm ve baktım… O ana kadar nasıl yükseldiğimin farkında bile olmadığımı anlamak hiç de hoş gelmedi… Emrah biraz aşağıda, Serdar ise malzemeleri topladığından dolayı daha aşağıdaydı, ki bu iki olasılık -ne olursa olsun- gayet sıfıra yakındı… Emrah sesleniyor, rotayı ve özellikle zemini hatırlatıyordu. Durdum… Durmalıydım… Eğim? O zamana kadar da çok değildi aslında… Peki ya şimdi? Bu eğimde bu kararlı dikkatsizliğin bir ödülü olmayacağı çok açıktı… Bir an o kadar küçük ve değersiz buldum ki kendimi… “Bir tırmanışın hazırlığı sadece fiziksel olmamalı” derdim hep soranlara. “Psikolojik olarak da hazır olmak gerekir. Senin zirven huzur olmalıdır.” Bunları söylemek ne kadar da kolaymış… Durdum ve bekledim. Emrah ve Serdar gitgide yaklaşıyordu. Bekledim… Serdar öne geçti ve yanıma geldi, ardından en öne geçerek devam etti. Önümüzde, biraz daha yükselirsek düz bir alan gibi görünen ve ardında da gayet davetkar bir gökyüzü olan dizboyu karla kaplı sırt hattı uzanıyordu… Serdar önden sabit bir hızla giderken o düz gibi görünen alana çıktı ve…
– Hı?? Allah be!!!
(2003 Ballıkayalar Haftasonu Kampı. İlk gün, sabah saat 10 civarı)
– Selam… Kalacak yerim yok, çadırında yer var mı?
– Ya ben de başkasıyla kalıyorum, sorarız.
– Ben Alper
– Ben Emrah
(Öğlen)
– Abi adamın elindeki ne öyle ya?
– Ocak galiba
(Adam makarna yapmaya başlar)
– (Aynı anda) YUH !!! (Acemi gençlik!)
(2003 Çınarcık Haftasonu Kampı. İlk gün, sabaha karşı saat 2)
– Abi siz bu faaliyette bu arkadaşla kalacaksınız. Aha bu da çadırınız, aman iyi bakın ha!
– Merhaba!!! Ben Serdar Kural (ocaklı adam)
– Selam abi ben Emrah
– Ben de Alper
10 Aralık 2006 Pazar günü saat 12:30 sularında ben Alper Gün Özturna, Emrah Bayrak ve Serdar Kural, kimilerine göre zor, kimilerine göre de basit kaçan ama bizim için eşsiz bir deneyim olan 3461 metre yüksekliğindeki Güzeller Dağı’na kuzeydoğu kulvarını ve sırtını takip ederek 8küsür saatte çıktık. Çantalarımızı sırtlarımızdan indirdik ve birbirimize sarılarak zirvenin ve zirve huzurunun tadını çıkarttık… Dönüş yolu olarak Güzeller Dağı’nın klasik rotasını kullanarak sert karla kaplı güney yönünde bulunan platoya, oradan da bele inip batı yönündeki içi kar dolu kulvardan inerek Güzeller Batı Çanağı’na ulaştık. Kısa da olsa bir molaya bile gerek duymadan Sıyırma Boğazı Geçidi’nden kampımıza vardık.
Eve (?) Dönüş
Bir önceki günün motivasyonu elbette ki bize Küçükcebel Dağı güneydoğu kulvarını tırmanmak için güç verecekti… Elbette.
(Dit dit dit dit dit)
Grup – ZzZzzz…
(Bir ara)
Emrah – Abi kalkın ya saat kaç olmuş !!!
Alper – Hı?? Kaç olmuş ?!
Serdar – Kaç ?!
Emrah – Çok olmuş ?!!!
B planını uygulayarak Salim Abi’yi aradık, saat 2 – 3 arası bizi aynı yerden almasını rica ederek B planına inat uzunca bir yemek faslından sonra geldiğimiz yoldan geri döndük. Salim abi tabii ki bizim varacağımız saatten önce oradaydı ve bizi karşıladı.
– Tunç’un selamı var size
– Aleyküm selam abi
Salim abinin bize getirdiği yaklaşık 5 kilo elmayı da yüklenerek yürüyen aksamında herhangi bir sorun olmayan bir Çamardı minibüsüyle Niğde’ye vardık. Gaziantep Pide Salonu’nda pideleri mideye indirdik ve gerekli boşaltım faaliyetlerini yarım yamalak da olsa (Serdar, az daha otobüsü kaçırıyordun be kardeşim) tamamlayarak İstanbul’a döndük. Herşey yolundaydı ve sağsalim İstanbul’a dönüyorduk. Ben ve Emrah Harem’de, Serdar ise Esenler’de inecekti ki…
(11 Aralık 2006 Pazartesi saat sabaha karşı 6 suları)
Emrah – Abi neredeyiz ya? Burası neresi???
Serdar – ???
Alper – ???
Otobüsten indik… Karşımızda Niğde İnan Turizm’den Yavuz abi yağmurun altında bize bakıyordu…
Alper – Abi nerdeyiz biz ya?
Yavuz Abi – İstanbul (?)
Alper – Abi ne İstanbul’u? Burası neresi???
Yavuz Abi – Dudullu burası !!!
Biz – ?!?!?!
Yavuz Abi – Artık böyle… Harem’e araç sokmuyoruz. Esenler’e gidiyor buradan araba…
Değişen sisteme ayak uydurmak “durumunda” kalarak servisler ile gideceğimiz yerlere vardık. Evlere dağıldık ve ertesi gün kulüpte buluşup tırmanışımızı dostlarımızla paylaştık. Pazartesi akşamı Serdar’ın beni arayıp sorduğu soru ise sanırım faaliyetin özlü sözü olmaya adaydı:
– Abi siz sabah eve nasıl gittiniz ya ???
NOT 1: Çadır grubumuz adına, malzeme ve bilgilerini paylaştıklarından dolayı Rauf Osman Pınarbaşı, Sercan İlkbağ ve Eren Görenoğlu’na, rota tarifleriyle yolumuzu aydınlatan Tunç Fındık’a teşekkür ederim…
NOT 2: 13 saat de uyunmaz ki be kardeşim!