BÜYÜK DEMİRKAZIK / KIZILÇARŞAK ROTASI
Faaliyet Tarihi: 29 Eylül – 1 Ekim 2008
Ekip: M. Fatih Balcı, Burak Ç. Gülmez
Malzeme: Kask, Emniyet kolonları, 50m dinamik ip (8mm), Çekiç, 5 adet sikke, Çeşitli farklı boyda perlon ve perlon bantlar (özellikle 1 adet 5m perlon dağ tırmanışlarında çok işe yarayabiliyor), Standart kişisel HMS ve karabinalar.
Ramazan Bayramına denk getirilen, klasik 3 günlük bir Aladağlar Faaliyeti. Vaktimiz sınırlı olduğundan, alternatiflerimiz de sınırlıydı. Dolayısıyla son 1,5 yıldır hiç dağa gidemediğimden ve zamanımız da sınırlı olduğundan dolayı, malum rotayı seçmek durumunda kaldık. Öncelikle, gerek benim uzun süredir tırmanamıyor olmamdan ve gerekse Burağın bu dağa daha önce hiç çıkmamış olmasından dolayı –işin içinde Kızılçarşak olsa bile- zevkli bir faaliyetti. 1 hafta öncesinden Salim Ağabey ile görüşerek kar durumunu sorduk. Bize zirvelerde hiç kar olmadığını yalnız çok sis olduğunu ve aralıklarla köye yağmur yağdığını söyledi. İki farklı siteden baktığımız meteoroloji raporları çelişkiliydi, biri; Bayramın 1. ve 2. günlerini yağışlı, diğeri ise parçalı bulutlu gösteriyordu. Yine de çadır taşımak istemediğimizden dolayı bivaklamaya karar verdik. Genel planımıza göre; Bayram Arefesi (29 Eylül Pazartesi) Narpuz Boğazından içeri girip, ya Narpuz Şelalesi olarak bilinen (5 yıl önce Engin ile beraber kampladığımız yerde) kamp atacaktık, ya da olabildiğince suyu yanımızda taşıyıp daha da ileri bir noktaya kadar gidecektik ve duruma göre zirve deneyeceğimiz günün sonunda ya Kızılçarşak ile Doğu Çarşağının birleştiği boyunda ya da Mevsimlik Gölün kenarında 2. bivağımızı yapacaktık.
28 Eylül Pazar Akşamı saat 20:30’da Harem’den kalkan otobüs ile sabah 07:30 gibi Niğde Otogarına ulaştık. Şans eseri hiç beklemeden sabahki ilk Çamardı Minibüsüne de yetiştik. O da bizi saat 09:30 gibi Çukurbağ Köyü Sapağında bıraktı. Salim Ağabey bizi orada bekliyordu. Yine hiç beklemeden ve oyalanmadan traktörle, Sokulupınar Yaylasına doğru devam ettik. Salim Ağabey ile vedalaşıp Yaylada hazırlanmaya başladık. Üstümüzü değiştik, malzemeyi paylaştık, bir şeyler atıştırdık ve yanlışlıkla 2 kişilik değil, 1 kişilik bivak aldığımızı fark ettik. Bu arada, zaman zaman bulutlar çıksa da, hava tahminimden oldukça açık ve güzeldi. Sadece Salim Ağabey ile ile en son yaptığımız telefon görüşmesinden sonra zirvelere biraz kar düşmüş olduğunu görüyorduk.
Su taşımak için yanımızda getirdiğimiz pet şişeleri Sokulupınardan doldurarak, saat tam 10:50’de yürüyüşe başladık. Ben de 1 litre termos ve bir 2 litre, bir de 2,5 litre pet vardı. Burakta da iki adet 1,5 litrelik pet vardı. Bunlardan biri hariç diğer hepsini doldurmuştuk. Yanımıza 5 yıl önce Enginle yaptığımız ve yine Enginin kendi yazdığı faaliyet raporunun bir çıktısını da almıştık. Bu, diğer bütün rehber kitaplardan daha fazla işe yarayan bir şeydi ve neden her seferinde faaliyetleri raporlamak gerektiğini bir kere daha anladım. Aradan geçen 5 yıldan sonra basit bir rotayı bile tam olarak hatırlamak zordu fakat elimizdeki tek sayfalık faaliyet raporu sayesinde her şey çok daha kolaylaşıyordu.
Tam 1 saat ve 10 dk sonra (saat 12:00’de) Narpuz Şelalesi olarak bilinen yere vardık. Bol bol su içip, yanımızdaki tek boş pet şişeyi de doldurduk. Bivak yeri olarak da Kızılçarşak yakınında bir yer bulmaya karar verdik. Böylece hiç üşenmeden 8 litre suyu sırtımızda taşımaya başladık. Bu arada eski faaliyet raporunda, şimdi 1 saat 10 dk da geldiğimiz yolu, yine kamp yükü ile beraber sadece 45 dk da çıktığımız yazıyordu. Tunç Fındığın “Aladağlarda 50 Rota” kitabında da aynı mesafe 50 dk olarak tanımlanmıştı. Bir karşılaştırma yaptığımız zaman; 5 yıl önce bir Temmuz Ayında, Trans Aladağlar Faaliyetini Kayseriden Niğdeye geçerek tamamladıktan sonra (dağ şartlarına iyice adapte olduğumuz 1 haftanın sonunda) ve hemen her ay faaliyete gittiğimiz bir dönemde 45 dk da çıktığımız yolu şimdi 70 dk da çıkabilmiş olduğumu gördüm. Çok kötü sayılmaz diye düşünüyorum.
Bundan sonra, kısmen Burağın daha yakın bir zamanda bu bölgeden geçmiş olması dolayısıyla, daha çok onun yol göstericiliği ile en makul yerlerden hızlıca geçerek 1 buçuk saat sonra (saat 13:30 gibi) Kızılçarşağın yaklaşık 500 metre kadar gerisinde kalan, korunaklı bir noktaya ulaştık. Çukurda kalan bu korunaklı yerde bivaklayabilirdik.
Bivak Yerimiz
Saat henüz çok erkendi ama aynı zamanda zirve denemek için de çok geçti. Sonuçta, hızlıca uykuya geçmeden önce adam gibi bir yemek yedik ve bütün gün ve gece boyunca uyuyup dinlenmeye ve ertesi sabah 05:00 de zirve için kalkmaya karar verdik. Yemek yerken bir ara yağmur-kar karışımı bir şeyler yağdı ve zirveden dönen 6- 7 kişilik bir ekip yakınlarımızdan geçti. Bundan sonra bivak yerinde, tek kişilik bivağa iki kişi girmek için yaptığımız bir dizi başarısız denemeden sonra nihayet matlarımızı yere serip, tulumlarımıza girdik ve bivağa da sadece ayaklarımızı sokmaya karar verdik. Bu arada benim, Burağın bivağı ikiye bölme teklifi konusunda, bunu yapmaması için Burağı ikna etmem gerekti vs. Sonrasında yeni bir plan yapıp, çantalardan birini bu bivak yerinde bırakmaya ve dönüşü yine Kızılçarşaktan yapmaya karar verdik. Çünkü gecenin nasıl geçeceğini ve yağış olup olmayacağını bilmiyorduk. Ciddi bir yağış durumunda faaliyet oracıkta bitebilirdi. Her halükarda, ertesi sabah tek çanta taşıyarak daha az yorulacağımızı düşündük. Çünkü herhangi bir yağış durumunda 2. bir gece daha bivak yapma şansımız kalmıyordu ve faaliyeti tamamlasak bile zirveden direkt olarak Dağ Evine dönmemiz gerekecekti.
Biraz oyalandıktan sonra saat 16:00 sularında uyumak üzere tuluma girdiğimi hatırlıyorum. Burak biraz daha erken yatmıştı. Hava rüzgarlıydı fakat bulunduğumuz noktada pek etkili olmuyordu. Gece boyunca milyonlarca yıldızı seyrettim. Hava çok değişkendi. Sürekli Güney ve Güneybatı istikametinden bulutlar gelip gidiyordu. Çok uzaklarda çakan şimşeklerin yansımasını görebiliyorduk. Gece boyunca – kafamın üstüne pike yapan ve sürekli viyak viyak sesler çıkaran bir yarasa dışında- her şey neredeyse mükemmel denebilecek şekilde yolunda gitti. Yarasa ise bütün gece kafamın üstünde pike yaptı, derdi neydi anlayamadım.
Fakat nihayet saat 04:30 da tulumumun üstündeki pıtırtılarla birlikte yağışın başladığını anladım. Kar yağıyordu. Epey düşündükten sonra, kaybedecek bir şey olmadığından, planı değiştirmeyerek, sabahı beklemeye karar verdik. Tek değişiklik kalkış saatiydi. Bunu sürekli olarak ertelemek zorunda kaldık. Çünkü zaman zaman görüş mesafesi sis ile beraber 15- 20 metreye kadar düşüyordu. Ne var ki; yağış bundan sonra hiç durmadı. Saat 08:00 olduğunda hala kar yağıyordu ve etraf bembeyaz olmuştu ama biz henüz hiç üşümemiştik. Kıçımın altına koyduğum polar, tulumun içinde sırılsıklam olmuştu ama ben neredeyse henüz hiç ıslanmamıştım. Burak da ıslanmamıştı ama her ikimizin de tulumları feci haldeydi. Nihayet kalkmaya karar verdik. Ne de olsa yaklaşık 15 saattir tulumlarımızın içindeydik. Çişe kalkmalar dışında hiç çıkmamıştık. Yatmaktan sıkılmış bir vaziyette kalktık fakat bu sefer de içimize bir şüphe düştü. Hem yağış ve hem de sis dolayısıyla zirveyi deneyip denememek konusunda tereddüt ettik. Cepten Raufu aradık, sağolsun alarm zannedip kapatmış. Aykutu aradık. Maksadımız, Demirkazık Külahının karlı halinin neye benzediğini sormaktı. Daha önce Yaz koşullarında bir kez Külaha çıkıp inmiş ve bir kez de Batı Yüzünden çıkıp Külahtan inmiştim ama kar yağdığı zaman çok kaygan olması gerektiği dışında bir şey bilmiyordum. Acaba ne kadar kaygan olabilirdi? Aykutun telefonu da açmayınca Alplerde olduğunu hatırlayarak bu sefer Sercanı aradık. O da en azından bele kadar çıkıp, duruma bakabileceğimizi söyledi. Bir ara dönüp Eznevit Zirveyi denemeyi de düşündük ama sonuçta devam etmek daha mantıklı geldi.
Oturup yemek yaptık ve sıcak bir şeyler içtik. Tekrar bir malzeme ayrımı yaparak Burağın çantayı aldık ve benimkini bıraktık. Bulgurun geç pişen cinsten olması ve zirve konusundaki tereddütümüz, telefon görüşmeleri vs. dolayısıyla işimiz biraz uzadı. Ancak saat 11:00 de Kızılçarşağa doğru yürümeye başlayabildik. Benim çantayı ortalıkta daha kolay görünen bir yere koymayı düşündüm ya da bıraktığımız yeri işaretlemeyi ama sonra vaz geçtim. Bu çok aptalcaydı çünkü GPS’imiz yoktu ve dönüşte yaklaşık 45 dk dan fazla bir süre çantamı aramamız gerekecekti. Ayrıca kafa lambamı da almadım ve bu daha da aptalcaydı, neyse ki Burak almış. Bunu da ilerleyen saatlerde öğrenecektim.
Eski faaliyet raporunda yazdığına göre 1,5 saatte çıktığımız Kızılçarşağı yine aynı sürede çıktık. Çarşağın sonlarına doğru, sol tarafta bariz belirgin şekilde delikli-büyük bir kaya var, bunu 15- 20 metre geçtikten sonra hemen sola doğru bir yan geçiş yaptık ve boyna ulaştık. En mantıklı ve en kolay geçiş burası. Burada bir kaya dibine Burağın çantasını ve batonlarımızı da bırakıp, kolonlarımızı giydik ve teknik malzemeyi paylaştık. Doğu Çarşağının başladığı yerden tekrar sola doğru devam ederek Külaha doğru yavaşça yükseldik.
Kar dolayısıyla tahmin ettiğim gibi, sikkelerin Külahta çakılı olduğu yerleri bulamadım. Fakat ilk ip açmamız gereken yer bariz karşımızdaydı. Burak, belden emniyet alarak bir oyuğun içine çöktü, bende ipe girip önden slab yüzeylerin ilk kısmını çıkmaya başladım. Bu kısmı iyi hatırlamama rağmen fazla sola açılmışım. Çıktıktan sonra uygun bir yere bir sikke çakıp (tamamı girmedi ama yeterince sağlam oturdu) Burağın emniyetini aldım. Buradan devam ederken sikkeyi dönüş için bıraktık.
Ne var ki bundan sonraki kısım biraz daha zorluydu ve hala vaz geçip, geçmeme konusunda kısa tereddütler geçiriyordum. Yine devam ettik. Bu sefer daha uzun bir bölümü yine aynı şekilde lider çıktım. Burağın emniyetini almadan önce ise, orada olduğundan emin olduğum boltu (ya da sikkeyi) bulabilmek için neredeyse bütün kayaların üzerini aradım ve karları süpürdüm fakat bulamadım. Çıktığım yer, geriye doğru aşağı inen meyilli bir noktaydı. Burağın geliş istikametinin tersine doğru aşağı indiğinden, bende buraya inerek Burağın emniyetini belden aldım fakat dönüşte buradan nasıl ineceğimiz konusu kafama takıldı. Slabler gerçekten çok feci biçimde kayganlaşmıştı ve sonuçta Yazın bile buradan inerken işi kolaylaştırmak için ip açıyorduk. Bu yüzden iniş için, hem çaktığımız sikkeye doğru giden ve hem de çıkarken fark etmediğimiz kısmen daha kolay bir noktayı gözümüze kestirdik. Fakat kesinlikle daha şimdiden, zaman olarak planımızın dışına çıkmıştık. Ben Yaz koşullarında çıkış+iniş için Külaha 3 saat vermiştim ki; bu Yaz koşulları için oldukça iyi bir süreydi ve zirvedeki oyalanma kısmını da kapsıyordu. Oysa biz şimdiden bu süreyi doldurmuştuk ve saat çoktan 15:30 olmuştu.
Şimdi görünüşe göre; zirve sırtına ulaşmak için son bir bölümü daha tırmanmamız gerekiyordu fakat yağmış olan kar, etraftaki genel görüntüyü biraz değiştirdiğinden ve gerek sis, ve gerekse hala yağmakta olan kardan dolayı o anda bulunduğumuz yerden bir türlü tam olarak emin olamıyordum. Oysa buradan daha önce 3 kez geçmiştim. Tabi sonuncusu 4 yıl önceydi. Sonuçta kesin olan; babaları takip etmemiz gerektiği ve Doğu Duvarına yakın tırmanmak zorunda olduğumuzdu. Rota böyle devam ediyordu. Bu arada saatim de henüz yaklaşık 3500 küsur metrede olduğumuzu gösteriyordu?! fakat önümüzde son bir kütle kalmış olmalıydı ve o kütle de zaten görüş alanımızdaydı. Bunu da geçtikten sonra sırtta olacağımızı düşünüyordum, çünkü sadece her zaman ip açtığımız yerlerde ip açmıştık ve eğer devam edersek 3. kez ip açıyor olacaktık. Tekrar etrafımıza bakmaya başladık. Bir sonraki babayı maalesef göremedik. Sola doğru çok açılmamız pek mümkün görünmüyordu fakat bu son noktada, solda giden geniş sayılabilecek (bir ayağın sığacağı kadar) bir çatlak hattı, yüzeyin ortalarından başlayıp neredeyse sırta kadar gidiyor gibi görünüyordu. Yazın geçtiğimizde bu hattı kullandığımızı düşündüm ama ne yazık ki emin olamadım ve zaten bu şartlarda bu hattın giriş kısmı da çok emniyetsiz gözüktüğünden ve Burak emniyetimi yine belinden almak zorunda kalacağından Doğu Duvarına çok yakın giden kısımdan tırmanmaya karar verdim. Yine de burada 15 dk kadar oyalandık, çünkü ikimizde ciddi tereddüt içerisindeydik. Şu ana kadar arkamızda pek de güvenli sayılmayacak iki iniş bırakmıştık ve zaten bunları inerken zorlanacaktık. Nitekim ben çıkarken çekicimi bir kazma gibi kullanarak ve çok zaman kayaların yanlarını, dibini vs. kardan temizleyip basamak ya da tutamaklar oluşturmaya çalışarak çıkıyordum. Sonuçta bu noktadan itibaren tekrar Doğu Duvarının hemen yanından tırmanmaya karar verdim ve Burak, öncekilerden daha derin ve daha uygun bir noktaya kendini bir takoz gibi sıkıştırdı ve emniyetimi almaya başladı. Yine de bu şartlar altında, bu kısmın önceki ikisinden çok daha zorlu olduğunu belirtmeliyim. Zaten Külahın en dik yeri bu son kısımdaydı ve 4- 5 cm karla kaplı slabler bu çıkışı çok daha problemli bir hale getiriyordu. Çok yavaş ve dikkatli çıkmaya gayret ediyordum. Biraz önceki yorgunluğumdan eser kalmamıştı, çünkü eğer kayarsam Doğu Duvarından aşağı ya da Güney Yüzüne doğru hızlı bir düşüş olacağı kesindi ve her şey kendiliğimden durmama ya da Burağın beni tutabilmesine bağlıydı. Jumarlamak için fazladan pursiğim vardı ama herhalde öyle bir durumda da Herkül bile, ben Doğu Duvarından aşağı sallanırken, beni tutamazdı. Sonuçta bir –iki kısa mesafeli kayma durumu ve fazladan adrenalin pompalanması olsa da kazasız belasız ama oldukça zorlanarak yükselmeye devam ettim ve nihayet, tahmin ettiğim gibi bir sonraki babayı önümde gördüm. Şimdi babaya 7- 8 metre ve anladığım kadarıyla zirve sırtına da en fazla 10- 15 metre vardı. Anladığım kadarıyla diyorum çünkü; sırt olduğunu tahmin ettiğim kütleyi görüyordum ama onun arkasını göremediğimden ve malum sebeplerden dolayı, yüzde yüz emin olamıyordum. Yine de 10- 15 metre sonra slab yüzeylerin bittiği görünüyordu ve ben de zirveye bağlanan ince sırta çıkacağımızı düşünüyordum. Ondan sonrası 5 dk sürecekti ve zirve defterine bir şeyler karalayıp hemen geri dönecektik ama özelikle de bu son kısmın inişi beni çok feci şekilde düşündürüyordu. Henüz Burak aşağıda ve güvenli bir noktadayken hala vazgeçebilirdik…
Oldukça biçimsiz bir noktada duruyordum ve her an kayabilirdim. Arkama baktığım zaman 50 metrelik ipin neredeyse tamamına yakınını kullanmış olabileceğimizi gördüm. Burak hem görüş alanımdan çıkmıştı ve hem de sesimi duyurmakta da çok zorlanıyordum. Kendimi kısmen güvenli bir noktaya almaya çalıştım. Doğu Duvarından biraz uzaklaştım ve karın biraz fazla biriktiği bir yerde, onu ayaklarımla ezerek, daha rahat ve kısmen daha düzgün bir pozisyonda durabileceğim bir yer yapmaya çalıştım. Doğu Duvarından en fazla 1 metre uzaktaydım şimdi ve hemen sağ yanımda bariz şekilde daha da dik slab bir yüzey, aşağı doğru uzanıp gidiyordu. Burağa seslendim ve zorlukla sesimi duyurabildim. Bana en fazla 7- 8 metre kadar daha ip kaldığını söyledi. Bu kötüydü, çünkü daha mantıklı ve makul bir noktaya geçmeden önce Burağı yanıma almak zorundaydım. Eğer Burak yanıma gelene kadar kayacak olursa çok büyük ihtimalle ikimiz birden kaymaya başlayabilirdik. Ayrıca yanıma gelse de pozisyonun uygunsuzluğu dolayısıyla, sırta kadarki kısmı tamamen ipten çıkıp devam etmek zorundaydık çünkü artık o noktadan sonra yukarı doğru devam eden birinin emniyetini almak imkansız ya da daha doğrusu çok aptalca olacaktı. Ona, o an bulunduğum pozisyonu ve emniyetini ne şartlarda alabileceğimi ve tabi eğer yanıma gelse ve zirve sırtına ulaşsak bile sonraki durumumuzun ne olacağını tam olarak anlatmak için bütün gücümle, en kısa, açık ve net cümlelerle bağırmaya başladım. Durum tam olarak anlaşıldıktan sonra tırmanmaya başladı. Ne var ki; 8- 10 metre çıktıktan sonra eldivenlerinin parçalanmış olması yüzünden parmaklarının hissizleşmeye başladığını söyledi ve o anda hemen beraberce vazgeçtik. Tekrar eski güvenli yerine inen kadar emniyetini aldım. Saat şimdi 16:00 yı geçiyordu ve biz bu noktadan Dağ Evine kadar gitmek zorundaydık, çünkü 2. bir bivak şansımız yoktu. Pozisyonunu aldıktan sonra da Burak benim emniyetimi almaya başladı ama şimdiye kadar yaptığım en kaygan ve belalı inişlerden biri oldu kesinlikle.
O kadar kötüydü ki; oradan indikten sonra, az önce ip açtığımız ilk iki yeri çok daha rahatlamış olarak indik. Şimdi ikimizin de aklı, ıslak kayaların üzerinde Narpuz Boğazını kazasız belasız ve gece vakti inmek zorunda kalacağımızla meşguldü. Fakat Burağın çantasını bıraktığımız yeri bulmakta biraz güçlük çektik. Hem izlerimiz yağış dolayısıyla kapanmıştı ve hem de hava, daha da kararmıştı. Sanırım biraz da bizim tersimiz dönmüş olmalı. Muhtemelen yaklaşık bir 20 dk veya biraz daha fazla zaman kaybettik. Çantayı bulmadan önce de nihayet korktuğum başıma geldi; kendi dikkatsizliğim yüzünden (muhtemelen zor kısmı geçmiş olmanın getirdiği rahatlama psikolojisi yüzünden olsa gerek) kolay bir noktada, üzeri karla örtülü slab bir yüzeyde kaydım ve kolumun üzerine oldukça sert bir düşüş yaptım. Çat diye bir ses geldi ama şanslıydım, çünkü hem kolumu hem bacağımı kırabileceğim bir düşüştü ve düştükten sonra da biraz kaydım ama canımın acısı geçtikten sonra kalkıp devam edebildim. O arada Burağın dizinde de bir sakatlık meydana geldi ama tabi inmeye devam ettik.
Kızılçarşaktan inişimiz, bu düşüşün getirdiği güvensizlikle ve biraz da havanın kararmasından olsa gerek, çok da öyle hayal ettiğimiz gibi hızlı olmadı. Çarşaktan çıktıktan sonra da malum benim çantayı bıraktığımız yere kadar iniş, orda 45 dk kadar bir çanta arama macerası ve neredeyse umudu kesecekken son anda bulmamız vs oldukça üzücüydü. Burağın kafa lambası da benimki gibi bivak yerinde kalmış olsaydı, kesinlikle ne çantamı bulabilirdik ne de Dağdan inebilirdik.
Bende kendi çantamı yüklenip, hızlıca birkaç lokma bir şey atıştırdıktan sonra, çok çok yavaş ve dikkatli bir şekilde her ikimiz de kafa lambalarımızı yakarak Narpuz Boğazına doğru alçalmaya başladık. Boğaza girene kadar kar yağmaya devam etti. Girdikten sonra da yağmura döndü. Kayalar feci şekilde ıslaktı ki; aynı kolumun üzerine 2. bir iniş daha yaptım ve çok canım yandı. O andan sonra, gerçekten tamamen kaplumbağa hızında ve pür dikkat vaziyette kayalardan (yine babaları takip etmeye özen göstererek) inmeye devam ettik.
Saat 22:00 yi geçiyordu ki; biz Narpuz Şelalesinin çıkışına ulaşmıştık. Bu noktada, yüksekçe bir yerden yine Salim ağabeyi arayarak bizi Sokulupınardan almasını istedik. Çünkü gerçekten de sadece Sokulupınara kadar yaklaşık 2 saat daha yolumuz vardı ve böylece faaliyeti 13 saate tamamlamış olacaktık. Dolayısıyla, Dağ Evine kadar yürüme fikri kesinlikle hiç cazip değildi. Suyumuzu da tüketmiştik (bir kısmını da yine aptalca şekilde yükümüzü azaltmak maksadı ile benim çantayı bulduğumuz yerde dökmüştük) Şelaleye ulaştığımızda ise, su kaynağına 20 -30 metre mesafede olmamıza rağmen üşengeçlikten ve yorgunluktan su doldurmak istemedik ve yolumuz azaldı zaten deyip, Salim Ağabeyle konuşup devam ettik. Keşke üşenmeyip şelaleden su alsaymışız; son 1,5 saatlik yol da o kadar susadım ve Burağın vişneli Tang’i o kadar midemi bulandırdı ki anlatamam !!
Sokulupınarda hava açık ve temizdi. Sanki sabahtan beri kafamıza yağan o değilmiş gibi. Salim Ağabey bizi aldı ve “Ne Dağ Evi? Doğruca eve” diyerek bizi her zamanki gibi evine götürdü yedirdi, içirdi ve yatırdı. Ertesi sabah bizim çocukları (Yıldızlı gençleri, Raufu ve Sercanı) almak üzere beraber yola gittik. Eve dönüp hep beraber çocuklarla kahvaltı yaptık. Sonra onları Sarı Memetlere kadar götürdük. Burak dizine rağmen onlarla kalmaya karar verdi ama ben zaten biletimi almış olduğumdan ve Cuma işbaşı yapacağımdan ve ayrıca kolumun durumundan dolayı dönmek zorundaydım. Herkes gittikten sonra Salim Ağabey ile biraz daha baş başa kaldık, daha sonra ben de akşam 19:30 İstanbul otobüsüne binmek üzere vedalaşarak, Çukurbağ’dan ayrıldım.
M. Fatih Balcı