Duyurular
Anasayfa » Faaliyet Raporları » 2001 » Uludağ Eğitimi Faaliyeti(Başlangıç)
Yeni bir faaliyet, yine bir heyecan... Ufukta Uludağ gözükürken ilk kış kampımızı ve kış eğitimimizi yapacak olmamız bizleri daha da bir istekli yapıyordu. Bizi götürecek olan otobüse gidene kadar yaşadıklarımdan şu sonucu çıkardım: İstanbul´da İETT´ye(özellikle de 110, 112, 114 ve 123) binmek, dağcılık yapmaktan daha zor.

Uludağ Eğitimi Faaliyeti(Başlangıç)

Ekip: Başlangıç Grubu
Yazan:
İlhan Ören
Bölge: Uludağ

Bulutların Üstünde Olmak…

Yeni bir faaliyet, yine bir heyecan… Ufukta Uludağ gözükürken ilk kış kampımızı ve kış eğitimimizi yapacak olmamız bizleri daha da bir istekli yapıyordu. Bizi götürecek olan otobüse gidene kadar yaşadıklarımdan şu sonucu çıkardım: İstanbul´da İETT´ye(özellikle de 110, 112, 114 ve 123) binmek, dağcılık yapmaktan daha zor.

Neyse halkımızın “AaAaAa Hazırkart Oğlanı”, “Özgür çocuk”, “Acaba şimdi no´lucak?” gibi sözleri arasından sıyrılarak, buluşma noktamız olan Haldun Taner Tiyatrosu´ na ulaştım. Taksim´den kalkan otobüs gelene kadar LinoSport´un indirimlerinden ve Advantage Card´ın iyiliğinden konuşuldu.

Otobüs gelince doluştuk içine, düştük yollara. Vapurla karşıya geçerken, sattığı bir tostun parasını alamamaktan yakınan amcanın feryadıyla irkildik. Baktık ki amcadan kurtuluş yok, çareyi bölüm başkanımız olan Ökçün´ü göstermekte bulduk. Az sonra söylenecekleri duyar gibiydim:”HeerkeEeEeSsSs 15dk. içinde, bu amcadan birer tane tost alıp yiyecek, yemeyenler ceza olarak vapura kamp atacak…”

Son 3 gündür çok az uyuyup, iş yerinde de çok çalıştığımdan kendimi çok halsiz hissediyordum. Benimle aynı konumda olan biri daha vardı otobüste. O da turuncu bereligiller familyasından gelen Murat´tı (Bu arada Murat´ın beresiyle, Tuba´nın şapkasına çok tavım, dağda bir gün hayatlarını kurtarıp, karşılığında şapka& bere´ yi alacam. 🙂 İkimizde otobüste uyuruz diye düşünürken, beklentilerimizin tam tersi ile karşılaştık. Ne onun partneri onu uyuttu, ne de benim yanımda oturan bayan arkadaş beni uyuttu. Kendisi Milliyet gazetesi muhabirlerinden Ayten Görgün´dü. Çok görmüş geçirmiş birisi olduğundan anlatacak çok anıya sahipti. Benimde huyumdur, iyi muhabbet olunca ölsem de kaçırmam. Valla ne yalan söyleyeyim sayesinde Slovakya´ ya gitmiş kadar oldum. Yollar genelde kapalı olduğundan “Dur şunu da anlatayım da öyle uyu, dur bunu da anlatayım da öyle uyu” lafları eşliğinde ağır ağır gidiyorduk. Bu faaliyet abimle beraber katıldığımız ilk faaliyetti. 7 yıldır farklı şehirlerde, farklı ortamlarda yetişmemize ve aramızda 4 yıl yaş farkı olmasına rağmen, insanlar gerek tip gerekse üslup olarak bizi birbirimize benzetmekte, hatta olayı abartıp ” Siz ikiz misiniz?” diye sormaktaydı. Bu bir şey değil de bazıları beni büyük sanınca abim biraz bozuluyordu. 🙂 Otobüs Uludağ´a yaklaştığında, sonlara doğru yorgun düşerek uyuyabildik.

Her Dakikası İle Uludağ…

En sonunda Uludağ´ a varabildik. Herkes, birden hareketlendi; çantalar takıldı, kazmalar yerleştirildi, tozluklar giyildi. Anlayacağınız millet bayramlıklarını çıkartıp giymiş oldu. Hayır o bir şey değil de, gören dağa filan çıkıyoruz sanacak. İnanılmaz güzel bir sessizlik, bir huzur vardı. Hemen klasikleşen tek sıramızı olduk ve sağ baştan saymaya başladık. Her faaliyette sayımızın gitgide düştüğü görülüyordu. Bu faaliyette de başlangıç grubu olarak 32 kişiydik. Ardından “başlangıç” ve “gelişim” grupları olarak ikiye ayrıldık. Gelişim grubu zirve yapacaktı. Kıskanç bakışlarımız altında karların arasında kaybolup gittiler. Ökçün bu faaliyette zirve yapmayı tercih etti, bizim de liderliğimizi Bora üstlendi. Bora´nın kamplarında, eziyet çekmek yerine zevk alındığını duymuştum. Bu faaliyette de test etmiş olacaktım.

Ortam inanılmaz güzeldi. Her tarafı bembeyaz kaplamış olan karların üzeri sanki “pul” dökülmüş gibi ışıl ışıl parlıyordu. Hele gökyüzündeki yıldızlar… onlar başlı başına bir güzellikti zaten. Daha önce kendimi yıldızlara hiç bu kadar yakın hissetmemiştim. Ve harikulade bir manzara: Bulutların üstünde olmak… Bulutların üzerindeyiz.

Kar yığması olan parkura gelindiğinde grup durduruldu ve yapılması gereken söylendi: “İz takibi”. Hemen ardından da Bora´ nın sesi duyuldu:”HeeeRrRrkeeeesssSs önündekinin adımını takip edecek. En öndeki düzgün iz açacak ve sırayla bu izler takip edilecek, izleri bozmamaya özen gösterin, diğer arkadaşları da düşünerek uygun adım atın…” Hani bir oyun vardır ya, yerde bir sürü renkli yuvarlak vardır ve siz bunlara ellerinizi, ayaklarınızı koyarsınız. İşte “iz takibi” o oyunu oynamaya benziyordu. Tek farkı sadece “ayak izlerini “takip edecek olmanız,”el izlerini” kaile almasanız iyi olur. Çünkü onlar kazara düşenlerin izleri. O sessizlikte botlarımızın karları ezerken çıkardığı seslerin dışında bir şey duymuyorsunuz. Ha birde arkamda bulunan Rana´ nın soluması duyuluyordu. Böylece arkamda olduğunu anlayabiliyordum. Bu sessizlik inanılmaz güzeldi. Anlatılmaz, yaşamanız gerekir. Kaygan, buzul bir yamaçtan geçerken adımlar yavaşladı, herkes bastığı yere dikkat ederken, iki arkamda bulunan bir bayan arkadaşın çığlıkları ile irkildik:”AaAaAa……AaAaAa…..AaAaAa…” Ayağı kayan bu zat-ı muhterem “ahh…ahh, vah…vah”lar eşliğinde aşağıya kadar kaydı. Bir başka deyişle “düşüş eğitimini” önceden almış oldu. Tabi hemen akabinde de sahne ışıkları çevrilmiş bir sanatçı gibi kafa lambaları o tarafa yöneldi. Birkaç eğitmen aşağıya inip arkadaşı aldı ve çıkardı. Daha sonra da yolumuza devam ettik. Teleferiklerin altından geçerken birden tatil hevesim depreşti. Snowboard saplantım gündeme geldi. Ama şu an “dağcılık” eğitimindeydim. Hevesim kursağımda kaldı. Ertesi günkü “kazma ile düşüş” eğitiminde bol bol kayacağımızı düşünerek yoluma devam ettim. Toplamda 2-2,5 saatlik bir yürüyüşün ardından kamp kuracağımız alana ulaştık. Hemen akabinde de Bora´ nın sesi bir kez daha yükseldi: “Kamp atıyoruz, çadırlarınızı simetrik olarak 3´ lü sıralar halinde kurun. Sonrasında eğitime kadar serbestsiniz, biz size haber vereceğiz. O zamana kadar dinlenip sıcak bir şeyler alın. “Zaten kamp boyunca en çok tekrarlanan söz bu oldu: “Sıcak bir şeyler alın…” Ama inanın yararını görüyorsunuz. Daha az üşüdüğümü ve kasılmaların önlendiğini tatbik ettim. Bu arada su içmek için mataramı açtığımda, kar suyuna muhtaç kalmayalım diye yanımızda getirdiğimiz suların hepsinin buz tutmuş olduğunu gördüm.

Neyse çok geçmeden kamp kuruldu ve serbest bırakıldık. Su ile tuvalet yönü belirlendi. Bu iki yönü karıştırırsanız ocakta kar yerine başka bir şey eritmek zorunda kalabilirsiniz. Ben ve partnerlerim ilk etapta bir çok insan gibi çadıra girip uyumak yerine,”kar duvarı” yapmayı tercih ettik .Eskimo´lar gibi çadırımızın etrafını bir güzel çevirdik. Ardından da inzivaya çekildik. Mışıl mışıl uyurken, öğleden sonra düdük sesi ile uyandık. Yeni komut geldi: “HeeEeRrrKeeSs, bir çadıra bir çadır, bir uyku tulumu, bir mat ve bir ocak düşecek şekilde hazırlanıp tek sıraya geçsin. Herkesin kaskı olacak, kazmalarınızı da unutmayın. “Tek sıraya geçildi, sayımın ardından yola koyulduk. Kısa bir yürüyüşün ardından tepe noktasına ulaştık. Kazmalar, deadman´lar çıkarıldı ve kısa bir eğitim açıklaması yapıldı. Sonrasında eğitmenler matların üzerinde kayarak, bizim için parkuru açtılar. Ardından 3 gruba ayrıldık ve sıraya geçtik. Ne hikmetse (Hikmet de kim paradoksuna hiç girmeyeceğim) kimse ilk olmak istemiyordu. Öyleydi, böyleydi derken sıra bana da geldi. Verdiler elime kazmayı, gösterdiler tutuş şeklini, iyi kayayım diye koydular altıma çöp torbasını, ittirdiler aşağıya. Aman Allah´ım o ne hız? İlker´in “Duuuurrrr…”diye bağırmasının ardından refleks olarak dönüp, kazmayı saplayarak duruyorduk. Peki ya duramayanlar ya da altından kaçan çöp torbasını almak için aşağıya kadar inenler? Vallahi ne yalan söyleyeyim ,15-20dk´da yukarıya çıkanları gördüm. “Bu sefer hatan neydi sence?, İyi olmadı çık bi daha kay..” v.b. laflar eşliğinde de defalarca kaydık durduk. Elbiselerinin yırtılmaması ya da ıslanmaması için üzerine çöp poşeti geçirenlerin hali görülmeye değerdi. Çağatay çöp adam moduna girmişken, kalça kısmına çöp poşetini bağlayan bayan arkadaş, poşetin üzerinde “İDEAL” yazdığından bizi gülmekten kırdı geçirdi. Aynı arkadaşın eline kazmayı aldığında şaka ile karışık haykırması çok komikti: “Nasıl yani, şimdi biz buradan mı aşağıya kayacağız? Ben vazgeçtim dağcı olmaktan, Türk Hava Kurumuna geri döneceğim…” Ee tabi Japonca öğrenmeye benzemiyor. Herkes teker teker düşmeye başladı. “Aman Allah´ım harika bir duygu bu!” Hatalarımızı görerek güneş batıncaya kadar düştük-kalktık, düştük kalktık. Kafalarından kaskları çıkanlar, ellerinden kazmayı kaçıranlar, eldiveni yırtılanlar(ex: me!), duramayanlar olduysa da hasarsız bir eğitim gerçekleştirildi.

Güneşin batmasıyla kamp alanına geri döndük. Hiç hızımızı kesmeden ikinci eğitime başladık: “Kar Duvarı”. Yine 3 gruba ayrıldık ve kısa bir eğitim açıklamasının ardından, söylenenler doğrultusunda kalıp çıkartarak kar duvarı yapmaya başladık. İşler sürekli bir döngü içinde gidiyordu. Bir kısım kalıp çıkarırken, bir kısımda bu kalıplardan kar duvarı örüyordu. Diğer bir kısım ise ocağı yakıyor ve sürekli kar eritip ısınmamız için “sıcak su” hazırlıyordu. İş bölümü yapılmıştı kısacası. Doğrusu kar duvarı yapımını mimarlara bırakmakla hata mı ettik bilmiyorum. Adamlar işi abartıp “antre” filan yapmaya kalkınca hemen müdahale ettik. Bu işten de alnımızın akıyla sıyrıldık( En güzel duvar bizimki olmuştu. :)Ardından serbest olduğumuzu, dinlenip sıcak besin almamızı söylediler. Yine girdik çadırlara, çorbaydı, makarnaydı, süttü, çikolataydı, fındıktı, kuru üzümdü, fındıktı, bisküviydi derken tıka basa doyduk .Doyduk ki ne doyduk. Sıra geldi içimizde biriken fazlalığı atmaya. “Eee ne yapacağız şimdi?” Etrafta ne bir ağaç ne bir kaya ne de benzeri bir kamufle aracı var, her taraf apaçık bembeyaz kar. Zaten dışarıda çok deli bomba bir hava var. Soğukta kamptan da fazla uzaklaşamıyorsunuz. Ee hal böyle olunca “Tutarız” düşüncesiyle girdik tulumlara, fakat 30dk sonra üçümüz birden daha fazla dayanamayarak, çıktık tulumlardan. Dışarısı inanılmaz soğuktu fakat ev sahibi de kapıya dayanmıştı. O hava da kamptan da fazla uzaklaşamadık. Daha fazla dayanamayarak kazma-kürek daldık kara. Kazma-kürek eşliğinde tuvalete gideceğimi söyleseler güler geçerdim. Uygun derinliğe inince bu zor görevi başarıyla tamamladık. 5-10 dk kalçamı ve ellerimi hissetmedim. Öğrendim ki bu olaya “Soğuk Isırığı” deniyormuş. İşte dağcılıkta en çok merak edilen sorulardan biri olan “tuvalet sorunu” böyle giderilmektedir arkadaşlar. Vallahi bir daha ki kampta çadırların etrafına kar duvarı yaparken bir de tuvalet duvarı yapsak iyi olacak. 🙂

Kampta sessizlik olduğunda uzakta bulunan otellerden gelen müzik sesi, ortama ayrı bir renk katıyordu. Çadıra dönünce kış kamplarında olmazsa olmaz bir malzemeyi daha öğrendim: Mum. Hem çadırı, hem de bizi ısıtıyor ve inanın iyi ışık veriyor, çokta tasarruflu. Sakarlık yapıp çadırı yakmayın kafi. Akşam bir grup dağcı arkadaş çıkmışlar çadırlarının dışına ısınmak için şarkı söylüyorlardı. Repertuarları iyiydi fakat sesleri kötüydü.”Uuuu aaaa dev adam 12 dev adam” diye bağırıp durdular. Daha sonra tekrardan tulumlara girdik ve gece bize yapılacak olan sürprizi beklemeye koyulduk. Sürpriz yapılacağı daha önceden söylendiğinden bir çok çadır, çantalarını toplayarak yattı. Biz ise tam aksine her şeyi ortada bıraktık. Çaydanlık, tencere, ocak, giysiler vs… Madem ki yapılacak olan eğitim, olası bir durumda mümkün olduğunca çabuk hazırlanma eğitimi, o zaman bizde hazırlıksız olmalıyız diye düşündük. Neyin nerede olduğunu bilmek kafi idi bizde, dağınık olmayın yeter. Sürprizi saat 4.oo-4.3o arası beklerken 12.4o´ta düdük çaldı ve yine Bora´ nın sesi duyuldu:”HeeeeRkeeeesss 20 dk içinde çadırları hariç tüm eşyalarını toplayarak tek sıraya geçecek, çadırlarda çöpler dahil hiç bir şey bırakılmayacak. 20 dk sonunda sırada olmayanlar ve çadırlarında herhangi bir şey bırakanlar ceza olarak çadırlarını toplayacak. “Akşam yatarken dışarıda buz tutmaması için botlarımı da uyku tulumuma almıştım. Her ne kadar bu hareket, tulumun geç ısınmasına neden oluyorsa da, kalktığımda ayağıma giydiğim botlar sıcacık oluyordu. Biz 30 dk verilir diye beklerken 20 dk verilmesi bizi biraz daha hızlandırdı. En nihayetinde istenilen saatte sırada olduk. Sayım yapıldı, ortaya çıkan sayı pek de iç açıcı değildi: 13. Geri kalanlar hazırlanamamışlardı. Daha sonra ucu ucuna birkaç kişi daha geldi. Diğerleriyse çadırlarını toplamaya başlamışlardı bile. Tekrar kuracağını bile bile çadır toplamak kötü bir duygu, bu zevki Yankı sayesinde Ballıkayalar kampında tatmıştım. Ardından 3 gruba ayrıldık. Üçüncü grup çadırlarını toplayanlardı ve onlar ayrı bir yere götürüleceklerdi. Biraz biraz Yankı´ nın kulaklarını çınlatmaya başladık. Eğer Yankı olsaydı sadece geç kalanlara değil, bu işin bir ekip çalışması olduğunu düşündüğünden tüm kampa çadırlarını toplatırdı. Derken yürüyüş başladı. Yorulan (ortalama 30 adım) kenara çekilerek, sıranın en sonuna geçiyordu. Önde giderken karda iz açmanın zor olduğunu görüyorsunuz. Mesela ben 72 adım sonunda yorularak kenara çekilip, arkaya geçmiştim. Bir kısım arkadaşlar izlere özen göstermediğinden, ya da arkadakilerin adımını hesaba katarak uygun adım atmadığından, izler bozuluyor, bazı yerler adeta “patika” gibi oluyordu. Bu durum eğitmenlerin hoşuna gitmedi haliyle. Yürüyüşte dik inişlerde gerekirse kazma yardımıyla topuk saplayarak inme öğrenilmiş oldu. Eğitmenlerin kayarak indikleri yerlerden bizim yürüyerek inmemiz az da olsa imrendiriyordu. İlerleyen saatlerde(2-2.5) gibi havanın iyice bozması, fırtına belirtisi bizi kampa geri dönmeye yöneltti. Nitekim hemen akabinde döndük de. Yalnız farklı bir yere götürülen 3. grup bizden 30 dk daha geç geldi. Neden acaba? Sabah saat 8.30’da tekrar kazma eğitimi olacağı söylendi. Biz de çadırlarımızın yolunu tuttuk.

Sabah aynı zamanda da Bayram sabahıydı. Saat 7.oo-7.3o gibi eğitmenlerinden bir ses yükseldi: “Kötü hava koşulları sebebiyle kazma eğitimi iptal olmuştur. Bir sonraki direktife kadar serbestsiniz. Çadırlarınızda kalmanızı öneririz.” Allah Allah, hava nasıl oldu acaba?” diyerek kafamı bagajdan dışarıya çıkartmıştım ki: “O da ne?” Şiddetli kar yağışı bir kenara dursun, maximum 70-80 metre´ ye kadar da bir görüş mesafesi vardı. Aklıma playstation´da ki favori oyunum Silent Hill geldi. Ortam çok güzel gözüküyordu. Hala bulutların üzerindeydik fakat artık bulutlar bile gözükmüyordu. Çaresiz yattık uyuduk. Her şey bir yana o günün bayram sabahı olması ayrı bir durumdu. Herkes çadırlarının içinden birbirlerine “İyi Bayramlar” diliyordu. Benim için çok değişik bir bayram sabahıydı. Derken ailem aradı. Bu bayram abim ile beraber eve gitmediğimiz ilk bayramdı. Babam, sabah gözlerinin bizi aradığını söyleyip ağlıyor, annem ise gelmedik diye dert yanıp, sinirinden bütün baklavaları yediğiniz söylüyordu. Değişik bir bayram sabahıydı, duygulandım. Hava o kadar soğuktu ki her şey buz tutuyordu. Göz kapaklarımın altındaki birkaç damla tuzlu su damlası bile… Bir dolu insandan bayram mesajı geldi. Biraz onlarla oyalandım, neden sonra da yattım uyudum.

Saat 11.oo’de kaldırıldık ve 13.oo’de kampı toplayıp döneceğimizi öğrendik. Saat 13.oo’de herkes çadırları dahil her şeyini toplayarak tek sıraya geçecekti. Bu noktada merak ettiğim bir şey oldu: “Vaktinde sırada olamayanlar,ceza olarak ne yapacaktı? Çadırlarını mı toplayacaklardı? :)”Neyse istenilen saatte herkes sıradaydı ve geri dönüş başladı. Görüş alanı gittikçe daralmıştı. En öndeki eğitmen, elinde bir pusula ve bir haritayla yolu belirliyordu. Bizde Selçuk Erdem´in tabiriyle sürü psikolojisi ile onu izliyorduk. Bazı yerlerde alttan su geçtiğinden üçerli gruplar halinde geçiyorduk. Yine böyle bir yerden geçerken başımıza gelen olay komikti. Son grupta abim vardı. Önden 30 kişi hiçbir şey olmadan yürüdü geçti, sıra tam abimdeyken zemin çöktü ve suya girdi. Haliyle gülüştük epeyce. Bahtsız bedevi işte. Soyadımızın “ÖREN” olması yeterliydi bu durumu açıklamak için: Ören´ dir ne yapsa yeridir…

Gelişim grubu gecikeceğinden biz de uzun yoldan götürüldük. En sonunda otobüs´ün olduğu alana varabildik. O an yolda ilginç bir durumla karşılaştık. Mercedes´in biri yolda kalmış bir traktörü çekiyordu. Her zaman tam aksi görülmeye alışılan bu durum bizi bayağı bi güldürdü.

Sonrasında toplaştık, doluştuk otobüse. 2 gün boyunca herkes birbiriyle iyice kaynaşmıştı. Otobüste susan kimse yok gibiydi, çok güzel muhabbetler dönüyordu. Birden herkesin dudaklarından ortak bir kelime dökülmeye başladı: sıcacık bir İSKENDER… Bu fısıltılar yavaş yavaş uğultuya dönüşüp eğitmenlerin kulağına kadar gidince Bursa´da mola verip iskender keyfi yapmaya karar verildi. O esnada bu faaliyete katılamayan Bursa´ lı arkadaşımız Tuba olsaydı, bizi hemen güzel bir yere götürürdü. Ardından Şehzade diye bir mekanla %20 indirim anlaşmasına varılıp yemeğe oturuldu. Yemekler gerçekten lezizdi. Yalnız yemek sonrası tuvalete gittiğimde beni bekleyen bir sürpriz varmış da haberim yokmuş: Sayemizde tuvalet tıkanmış… Eh be kardeşim Dağdan mı geldiniz?….

Yemekten sonra yine düştük yollara. Biz Bursa Terminalinde inip Çanakkale´ye, ailemin yanına geçecektik. Sağolsun şoför arkadaş terminali 30 dk geçtikten sonra hatırladı. Sitemlerimle… Öyle böyle terminale vardık. İnsanların bakışları çok komik oluyor. Ee terminalin ortasında K2 model bir çadırı açıp temizleyenleri görmek pek de alışıla gelmiş bir durum olmasa gerek.

Bu Yolun Bir de Dönüşü Var…

Bitirirken Çanakkale dönüşü başımızdan geçen bir olayı yazmadan geçemeyeceğim. Yollar kapalı olduğundan, bir yerde otobüsümüz buza saplandı. Ardından muavin: “Durun arabada dağcı arkadaşlar var, pardon sizde kazma da vardı değil mi?” deyince biz “Atıl Dağcı” modunda öne çıktık. Hep “Açılın ben doktorum.” Demek istemiştim ama kısmet “Açılın ben dağcıyım” demekten yanaymış. Velhasıl kerim öyle böyle otobüsü kurtarıp yola devam ettik. Ama bu olaydan sonraki ilgiyi görmeliydiniz.

-Size bir servis daha açalım mı?.. Çay, kahve, ne arzu edersiniz?… vb. şeyler. Kısacası sık sık hatırlayacağım güzel günler geçirdim. İyi bir faaliyetti hayırlı olsun.

DAĞCILAR ÖLMEZ VATAN BÖLÜNMEZ diyerek bitiriyorum. (Raif abimin kulakları çınlaya…)

Special thanks: İyi bir faaliyet geçirmemizi sağlayan tüm eğitmenler, hiçbir malzemesini esirgemeyen Oktay Çakmak ve bir kez daha bana karşı sorumluluğunu başarıyla tamamlayan abim Erhan ÖREN…

P.S: Yalnız merak ettiğim bir konu var: Acaba abim, beraber dağda mahsur kalsak ve ben ölsem, 2 kardeş Rus Dağcı´nın yaptığı gibi benim bedenimi Deadman olarak kullanır mıydı?… Neyse geçelim.

Cevapla

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Vulnerability Scanner